Sonsuz gibi görünen bir denizde yüzüyoruz. Etrafımız insanlar, sesler, ışıklarla dolu. Kalabalıklar içindeyiz, ama bir o kadar da yalnızız. Gözlerimiz telefon ekranlarına, kulaklıklarımızın içindeki melodilere kayarken, gerçeklikten kopuk bir dünyada yaşıyoruz.
Bir zamanlar sokaklarda karşılaştığımız yabancılara gülümserdik, göz göze geldiğimizde bir anlık bir bağ kurardık. Şimdi ise, herkes kendi dünyasına çekilmiş, başını öne eğmiş, birer zombi gibi sokaklarda dolaşıyor. Sosyal medya hesaplarımızda binlerce takipçimiz olabilir ancak gerçek hayatta samimi sohbet edebileceğimiz sadece birkaç gerçek dostumuz var!
Kalabalıklar içinde kaybolmak, modern çağımızın en büyük sorunlarından biri haline geldi. Herkes bir şeyler yapmaya, bir yerlere yetişmeye çalışırken, kendi iç sesini dinlemeyi unuttu. Maddi kaygılar, başarı, prestij, şahsi hırslar gibi kavramlar hayatımızın merkezine otururken, asıl önemli olan şeyleri gözden kaçırdık. Birbirimizden koptuk. Yalnızlaştık...
Yalnızlık, kalabalıkların içinde daha da derinleşiyor. Çünkü etrafımızdaki insanlar bizi anlamayabilir, yargılayabilir veya kırabilir. Bu yüzden kendi kabuklarımıza çekilip, kalkanlar oluşturuyoruz. Oysa ki insanın en temel ihtiyacı ait olma duygusudur, güven duygusudur. Başkalarıyla bağlantı kurmak, sevilmek ve sayılmak isteriz. Unutmayalım ki, en büyük zenginlik insan ilişkileridir. Doğru insanlarla bu daha da anlam kazanır.
Geçmişin Sıcaklığı, Bugünün Soğukluğu
Bir zamanlar sokaklar coşkuyla dolardı. Komşularımız ailemiz gibiydi. Bayramlarda bir araya gelir, sofralarımız bolca kahkaha ve sohbetle şenlenirdi. İyi günümüzde yanımızda olanlar, kötü günümüzde de bize destek olurlardı. Birlik ve beraberlik öyle güçlü bir bağ kurmuştu ki, kalplerimiz tek bir kalbe dönüşmüştü.
Peki, nasıl oldu da bu sıcaklık yerini buz gibi bir yalnızlığa bıraktı?
Ne zaman insanlar birbirinden bu kadar uzaklaştı?
Gelişen teknoloji mi bizi birbirinden ayırdı, yoksa içinde yaşadığımız hızlı ve rekabetçi dünya mı?
Belki her ikisi de! Cep telefonlarımız, tabletlerimiz ve bilgisayarlarımız hayatımızın merkezine yerleşti. Sanal dünyada binlerce arkadaşımız olmasına rağmen, gerçek hayatta samimi sohbet edebileceğimiz insan sayısı giderek azaldı. Komşularımızla selam bile verme gereği duymaz olduk. Daha da kötüsü komşularımızın birçoğunu tanımıyoruz!
Rekabetçi bir dünyada yaşamak bizi daha da yalnızlaştırdı. Herkes bir şeyler elde etmeye, daha iyi bir konuma gelmeye çalışırken, insanlarla olan bağlarımızı zayıflattık. Başarılı olmak ve hatta daha zengin daha da güçlü olmak için her şeyi göze alırken, en değerli varlığımız olan insanlığımızı unuttuk. Birbirimize olan güvenimizi kaybettik.
Oysa ki insan, sosyal bir varlıktır. Birbirine ihtiyacı vardır. Yalnızlık, insanın ruhunu kemiren en büyük hastalıklardan biridir. Kalabalıklar içinde bile yalnız hissetmek, günümüzde en büyük sorunlarımızdan biri haline geldi.
Bu durumu değiştirmek için ne yapabiliriz? Peki, bu yalnızlık batağından nasıl çıkabiliriz?
Öncelikle değerlerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Teknolojiden arınmak, doğayla iç içe olmak, insanlarla yüz yüze iletişim kurmak bize iyi gelecektir. Komşularımızla sohbet etmek, ailemizle vakit geçirmek, gönüllü çalışmalara katılmak gibi basit adımlar bile bizi daha mutlu ve huzurlu kılabilir.
Unutmayalım ki, insanlık bir zincir gibidir. Bir halka zayıfladığında, bütün zincir zayıflar. Birbirimize destek olmak, birbirimizi anlamak, saymak ve dürüst olmak zorundayız. Özetle bir olmak, birlikte olmak zorundayız. Yoksa gelecek nesillere ne bırakacağız?
Hayat çok kısa ve her anı değerli...