Bugünkü yazım Ün Dergisinden bir alıntı. Ün Dergisi, Isparta'da 1934-1950 yılları arasında Halk Evleri Mecmuası olarak Ün ismiyle yayınlanmış, o dönemlerde Türkiye'nin önemli ve en çok okunan yayınlarından biri olarak bilinir. Ben de internetten bu dergiye ulaştım ve sayfalarında adeta kayboldum. Bu esnada tesadüfen bu yazıyı okudum ve çok etkilendim, sizlerle de paylaşmak istedim.
1945 yılı Ekrem Turan'ın kaleminden;
"Kış kayakçıların sevinçlerini artıracak kadar güzel bitiyordu. Davraz’ın sırtındaki büyük kayak evinde yüzlerce kayakçı pazar günü yapılacak gösterilere ve yarışlara hazırlanıyorlardı. Bazıları ertesi günün dedikodusunu yapıyor bazıları yarış yollarını, kayaklarını konuşuyordu. Bu gösteriler o kadar rağbetli oluyordu ki yakın şehirlerden kayakçılar geliyor, bunları yüzlerce seyirci takip ediyordu. Yabancı memleketlerden gelen kayakçılar bile vardı. Bunlar konuşmalarıyla hemen göze çarpıyorlardı.
Biz kayak evine böyle heyecanlı ve neşeli geçecek bir günün arifesinde gelmiştik. Isparta'ya Ankara'da yapılacak şehirlerarası sanat toplantısına bir konferans hazırlamak için gelmiştik. Uçağımızla geniş alana inmiş sonra otomobillerle şehrin büyük oteline gitmiştik. Bize bir elektrik şehri diye methettikleri Isparta'yı görmek için dinlenmeye bile lüzum görmeden arkadaşlarımıza, bize bu şehri gezdirmelerini rica etmiştik.
Otelden çıkınca temiz caddeler muntazam evler dikkatimizi çekti. "size evvela Gölcük santralini göstereceğiz" dediler. Şehrin içinden geniş yollardan ilerliyorduk, sağ tarafımızda yükselen muhteşem bir binaya Hükümet Konağı dediler. Bu da eskisi gibi Isparta taşlarından yapılmış fakat ondan birkaç defa daha büyüktü. Buna benzer mektepler, büyük yapılar arasından muazzam bir fabrikaya geldik. Uzaktan bir uğultu duyuluyordu. Bu her halde yüksekten inen suyun ve makinelerin sesiydi. İçeride muazzam dinamolar gördük. Bunlar dehşetli bir uğultu ile yüz binlerce volt elektrik enerjisi yapıyorlardı. İşini bitiren su şehre iniyor, elektrik ise büyük kulelerden ta köylere kadar yayılıyordu. Isparta civarında elektriksiz köy olmadığını söylediler.
Oradan fabrikalara gittik. Bu ara öteden beri görmeye alıştığımız fabrika bacaları yoktu. Onların yerine bakır tellerin çevrelediği beyaz porselen izolatörler taşıyan yüksek çelik elektrik kuleleri vardı. Bu fabrikalar garba doğru bir sel gibi akan şehrin bir kısmını teşkil ediyordu. Dokuma bölgesi en genişiydi. Burada yün, pamuk, kendir iptidai halden başlayıp en iyi kumaş olarak ellerimize geliyordu. Diğer büyük bir kısım deri ve et sanayi ile uğraşmaktaydı. Bir uçtan canlı giren hayvanlar diğer taraftan işlenmiş deri ve konserve kutuları halinde çıkıyordu. Gülyağı fabrikalarını ve diğer tesisleri de gezdik. Buralarda elektrik her işi görüyordu. İşçi evlerini bile elektrik ısıtıyordu. Büyük fabrikalar mahallesinden çıkarken hepimiz yeni şeyler görmüş olmanın sevinci içindeydik.
Akşamüstüne doğru Ağlasun Harabeleri istikametinde şehirden dışarı çıktık. Bu harabeler geniş civarı ile milletlerarası şöhreti haiz tarihi bir gezi yeri haline sokulmuştur. Her yeri elektrikle aydınlatılmış adeta bir şehre girer gibi harabelere girdik. Yeni yapılan Arkeoloji Müzesi ve araştırıcı evlerin arasından, ışıklar içinde yanan meşhur anfiteatrın kenarına geldik. Bu muazzam eserler alaca karanlıkta daha heybetli görünüyor, sanki 2000 sene evveli yaşıyor gibiyiz. Gezginler için burada büyük bir dinlenme oteli yapılmıştı. Orada biraz dinlendik. Bu otelin geniş gazinosunun her akşam Ispartalılarla dolduğunu söylediler.
Gece şehire döndük. Yemeğimizi halk evinin geniş salonlarında büyük bir kalabalıkla beraber yedik. O gece Gül Spor gençlik Kulübü'nün bir toplantısı da varmış.
Çok neşeli geçen bir gecenin sabahında uyandığımız zaman güneş karşı dağların kardan bembeyaz olan sırtlarında parıltılar yapıyordu. Hazırlandıktan sonra ertesi günkü gösterilere giderek yüzlerce yolcunun arasına biz de karışarak Davraz kayak evinin yolunu tutmuştuk. Elektrikli tren, Kayak Evi istasyonunda bizleri bıraktı. Otelin bir salonuna geldiğimizde kayak kıyafetli gençler içinde kendimizi adeta kaybolmuş sandık. Gizli elektrik sobalarının ısıttığı salondan Isparta'ya doğru baktık. Şehir muntazam caddeleri, binaları ile sanki oyuncak evlere benziyordu. Uzakta Gölcük'ten gelen büyük elektrik kuleleri birer kibrit çöpü gibi görünüyordu. Bu güzel manzara, kayarak hızla şehre doğru uçan gençlerin arkasından, göğüsleri kabartacak iç huzuru verecek kadar tatlıydı."
Yazar,1945'li yıllarda "Yarının Ispartasını" ne güzel anlatmış, adeta resmetmiş.
Hayaller geleceğin frankmanıdır, geleceğimizi şekillendirir. Doğru ve faydalı hayaller bizi yüceltir, aksi olanı ise çökertir. Atatürk’ün hayalini kurduğu büyük ve güçlü Türkiye Cumhuriyeti için verdiği mücadeleyi, "az zamanda çok şeyler başardığını", "ülkemizin yoktan var edildiğini" unutmayalım. Ne yazık ki günümüzde bu kazanımların yok edilişini içimiz kanayarak izliyoruz!
Umudumuzu kaybetmiyor, asla pes etmiyoruz. Bize , insanlığa ,ülkemize ve hatta dünyaya faydalı olacak hayallerimizin peşinden gidip,gerçek oluncaya kadar mücadelemize devam ediyoruz.