"Dünyada Her 4 Ölümden Biri Damar Tıkanıklığına Bağlı"
50. Ulusal Hematoloji Kongresi kapsamında düzenlenen basın toplantısına, Türk Hematoloji Başkanı Prof. Dr. Muhlis Cem Ar, THD İkinci Başkanı Prof. Dr. Şule Ünal Cangül, Prof. Dr. Özgür Mehtap, Prof. Dr. Emin Kaya katıldı.
Türk Hematoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Muhlis Cem Ar:
Ulusal Hematoloji Kongresi'nin, Hematoloji bilim alanında yapılagelen en önemli organizasyon olduğunu belirtti. Kongrenin "Olgularla Uygulamalı Akan Hücre Ölçer Kursu" ve "Erik Frank-Orhan Ulutin Hemostaz Labaratuvar Kursu" olmak üzere 2 ayrı eğitim programı ile başladığını ve kongre kapsamında, 10'u sözlü sunu, 5'i tartışmalı poster oturumu olmak üzere toplam 43 bilimsel oturum, 12 uydu sempozyumun gerçekleştirildiğini söyledi.
Kongrenin uluslararası gününde, Türk Hematoloji Derneği (THD) ile Avrupa Hematoloji Birliği ile Akut Miyeloid Neoplaziler ortak oturumunun gerçekleştiğini ifade eden Prof. Dr. Muhlis Cem Ar, "kongreye gönderilen 400'e yakın bildiriden, hakemlerin değerlendirmesi sonrası 275 bildiri kabul edildi" dedi. "Bu bildirilerden 6'sı 'Başkanın Seçtikleri' oturumunda olmak üzere toplam 58'i Sözlü Sunum, 25 tanesi ise Tartışmalı Poster Oturumlarında sunuldu. E-poster olarak kabul edilen çalışmaları kongre boyunca katılımcılar ekrandan inceledi" açıklamasını yaptı.
DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ
Prof. Dr. Şule Ünal Cangül:
Demir eksikliğinin Türkiye’de ve dünyada bir halk sağlığı sorunu olduğuna dikkat çekti. Demir eksikliği anemisinin vücutta demir seviyelerinin azalmasına bağlı olarak gelişen bir kansızlık (anemi) türü olduğunu belirten Cangül, Demir eksikliğinin sık görülmesi ve de demirin öğrenme, dikkat, çocuklarda gelişim basamakları gibi nörolojik ve ayrıca bağışıklık fonksiyonları üzerine etkileri olması nedeniyle son derece önemli olduğuna vurgu yaptı.
DSÖ verilerine göre dünya nüfusunun %24.8’inde anemi olduğunu söyleyen Cangül, "Anemik olguların yarısında altta yatan neden demir eksikliğidir. Ülkemizde ve dünyada demir eksikliği özellikle çocuklar, kadınlar ve yaşlılar arasında daha sık görülmektedir" dedi.
Demir eksikliğinin klinik belirtileri arasında yorgunluk, solukluk, çabuk yorulma ve çarpıntı gibi bulguların olduğunu dile getiren Cangül, "Çocuklarda ağız köşelerinde yaralar, ağlarken nefessiz kalma (katılma) durumları görülebilir. Çocuklarda gelişim geriliği ve bilişsel fonksiyonlarda gerileme de önemli belirtiler arasındadır. Demir eksikliği okul başarısında düşme ya da iş performansında azalmaya neden olabilir. Ayrıca demir eksikliği olan bireylerde hafif orta şiddette enfeksiyonların daha sık görüldüğü bildirilmiştir. Tanı için, tam kan sayımı ile birlikte hekimler kanda demir düzeylerini ve depo demiri gösteren serum ferritin değerlerini görmek isteyebilir" ifadelerini kullandı.
Sağlık Bakanlığı tarafından başlatılmış olan Türkiye’de “Demir Gibi Türkiye” projesine ilişkin bilgi veren Cangül, bu projenin çocuklara demir desteği sağlanarak, demir eksikliği prevalansının azaltılmasını hedeflediğini, bu programın bebekler arasında demir eksikliği sıklığını düşürmede etkili olduğunu ve ailelerin de bu konuda farkındalığının arttığını, ifade etti.
"Bunun dışında gebelere de demir desteği verilerek demir eksikliğinin önlenmesi amaçlanmaktadır. Gebede demir eksikliğini önlemek, doğum ve bebekteki bu riskleri de önleyebilir" dedi.
Prof. Dr. Cangül, "Demir eksikliği, genel yaşam kalitesini düşürür ve iş gücü kaybına neden olabilir. Erken tanı, uygun tedavi ve etkili toplum sağlığı programları ile demir eksikliği sıklığının azaltılması mümkündür" açıklamalarına yer verdi.
DAMAR TIKANIKLIĞI ÖNEMLİ BİR SAĞLIK SORUNUDUR
Dünyada her 4 ölümden birinin damar tıkanıklığına(Tromboz) bağlı olarak gerçekleştiğini belirten Prof. Dr. Özgür Mehtap ise şunları söyledi:
"Tromboz kalp damarlarında olduğunda kalp krizi, beyin damarlarında olduğunda felç, akciğer damarlarında olduğunda (emboli) solunum yetersizliği ortaya çıkmakta ve bu durumlar bazen ölüm bazen ise kalıcı organ fonksiyon bozukluğu ile sonuçlanmaktadır. Tromboz açısından en riskli grup ileri yaştaki kişilerdir. Yaş dışında, beslenme alışkanlığı (hiperkolesterolemi), obezite, hareketsizlik, sigara gibi çevresel etkenler ile doğumsal veya edinsel genetik yatkınlık sağlayan bozukluklar artmış pıhtılaşma eğilimine yol açabilir.
COVID-19 pandemisi sonrası son 5 yılda yaşa göre beklenen kalp krizi, inme ve venöz tromboemboliye (toplardamar tıkanıkları) bağlı ölüm oranları artmıştır. Bu artış COVID-19 virüsünün yol açtığı damar tutulumu/iltihabı ile ilişkili küçük damarlarda görülen tıkanıklıklar ve kalp kas dokusunun iltihabına (miyokardit) bağlanmıştır. Virüs ile enfekte ağır COVID-19 geçiren hastalarda ilk hafta içinde venöz tromboemboli ile karşılaşma olasılığı sağlıklı kişilere oranla 33 kat daha fazla bulunmuştur. Bu risk azalarak devam etmektedir. Virüs ile ilişkili arttığı düşünülen bu ölüm oranlarının virüs etkileri zayıfladıkça gerileyip gerilemeyeceğini zaman gösterecektir.
COVID-19 pandemisi ile birlikte aşıların trombozu artırıp artırmadığına dair endişeler ortaya çıkmıştır. Son derece nadir görülen adenovirüsten elde edilen aşıların yol açtığı tromboz nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü bu tür aşıların kullanımında dikkatli olunması gerektiğini ve mRNA aşıları ile artmış tromboz riskinin bulunmadığını bildirmiştir.
Hematoloji Derneği her 13 Ekim’de farkındalık çalışmaları yapmaktadır. Kişilere yaşa uygun olacak şekilde günde en az 5000-6000 adım atmaları; oturarak çalışıyorlarsa her 2 saatte bir ayağa kalkarak 5-10 dakika hareket etmeleri; daha önce toplardamar tıkanıklığı geçirmiş olanların varis çorabı giymeleri gibi basit öneriler hayat kurtarıcıdır. Benzer şekilde obezite, sigara, karbonhidrat ve hayvansal yağ ağırlıklı beslenme gibi etkenleri ortadan kaldıracak yaşam tarzı değişiklikleri yaşamsal öneme sahiptir. Tüm bu önlemlere karşın bazı kişiler damar tıkanıklığı açısından yüksek riskli olmaya devam etmektedir. Altta yatan genetik bozukluğu olanlar, kalp damar tıkanıklığı veya ritim bozukluğu olan hastalar, büyük cerrahi ameliyat geçirenler, çeşitli nedenlerle hastanede uzun süre yatan hastalar, yüksek riskli gebelikler, tekrarlayan düşükleri olan kadınlar bu grup içinde sayılabilir. Söz konusu yüksek riskli kişilerde önleyici kan sulandırıcı tedavi (profilaksi) kullanılmalıdır.
Kan sulandırıcı tedavilerin önemli bir yan etkisi kanama eğilimini artırmalarıdır. Bu nedenle trombozun tedavisi veya önlenmesi amacıyla kan sulandırıcı ilaç başlanmadan önce hastanın kanama riski hesaplanır. Hangi kişilerde, ne süre ile ve ne tür kan sulandırıcı ilaç başlanacağı hekim kararı ile belirlenir."
YAPAY ZEKA İLE SANİYELER İÇİNDE KANSER TANISI
Prof. Dr. Emin Kaya toplantıda yaptığı açıklamada: yenilikçi yapay zeka platformları sayesinde, kanser hücrelerinin saniyeler içinde tespit edildiğini, klinik deneylere erişimin hızlandığını ve hastaların tedavi süreçlerinin kişiye özel hale getirildiğini kaydetti.
Yapay zeka destekli mikroskop analizleri sayesinde kan hücrelerinin detaylı ve hızlı incelendiğini dile getiren Kaya: "bu analizlerde, görüntü işleme algoritmaları sayesinde hücrelerin yapısal farklılıkları saniyeler içinde belirleniyor, lösemi gibi kan kanserleri hızlıca tespit edilebiliyor. Özellikle lösemi gibi hücre çoğalmasının hızlı olduğu kanser türlerinde, erken tanı, hastaların tedavi şansını ciddi oranda artırıyor. Böylece doktorlar hızlı karar alarak tedaviye en erken aşamada başlayabiliyor ve bu da yüzlerce hastaya hayat kurtarıcı bir müdahale fırsatı sunuyor.
Her hastanın biyolojik yapısı benzersiz olduğu için, biyoinformatik analizlerle kişiye özel tedavi seçenekleri geliştirilebiliyor. YZ, her hastanın genetik profiline göre en uygun tedaviyi belirlemede kritik bir rol oynuyor.
Klinik araştırmalarda CAR-T hücre tedavisi gibi kişiye özel tedavi seçenekleri, yapay zeka ile daha hedefli hale geliyor. Özellikle tekrarlayan kanserlerde kullanılan bu yöntemle, hastalar için tedavi süreçleri daha etkili ve yönetilebilir hale geliyor" açıklamasında bulundu.